
“Yaygın kanının aksine şiddet, sadece düşük gelir düzeyli, eğitimsiz ailelerde yaşanmamaktadır. Her gelir düzeyinden, her eğitim seviyesinden, her meslek grubundan ve her yaştan kadınlar da şiddete maruz kalmaktadır.” (Şenol-Yıldız, 2011:430). Kadına yönelik şiddetin pek çok sebebi olmasına rağ- men, en belli başlıları, biyolojik, psikolojik, sosyal, ekonomik ve cinsel sebepler olmak üzere genellikle beş ana başlık altında toplanmaktadır. Biyolojik sebepler, genellikle bireyin genlerinde var olduğu düşünülen ve onu şiddete sürüklediği varsayılan hormonlardır. Özellikle şiddeti biyolojik faktörlerle açıklamaya çalışan teoriler (İçli, 2004: 60-68), saldırganlık hormonu fazla olanların, Y kromozomu fazlalığı olanların, vb. biyolojik yapılarında birtakım farklılıklara sahip olanların, kendilerini kontrol etme noktasında birtakım sıkıntılar yaşadıklarını, bu sebep ile de istemleri dışında, plansız bir şekilde şiddet uyguladıklarını varsaymaktadırlar.
Psikolojik sebepler, psikotik, non-psikotik bozuklukları olanlar ve anti-sosyal ve paranoid kişilik bozuklukları, vb. psikolojik rahatsızlıkları olanların da şiddet uygulama meyli içinde oldukları kabul edilmektedir (Subaşi-Akın, 2003:2). Şiddet uygulayanların psikolojik sıkıntıları olduğu için şiddet uyguladıklarını, şuurlu bir şekilde şiddet eylemlerinde bulunmadıklarını, yaptıkları eylemi kontrol edebilecek durumda olsalar, bu tür eylemlerde bulunmayacakları savunulmaktadır. Bu arada, şiddet eylemlerinde şiddet uygulayan kadar, şiddete uğrayanın da psikolojisine bakmak gerekir. Genellikle şiddete uğrayanlar, pasif kişilik yapısına sahiptirler ve şiddet uygulayana karşılık verebilecek gücü ve cesareti kendilerinde bulamamaktadırlar. Bu durum da şiddet uygulayanı cesaretlendirmektedir. Şiddet mağdurları genellikle de ailelerinde şiddet uygulandığını görerek büyüyen ve gelişimlerinde otoriteye itaati öğretenlerdir.
Şiddetin sosyal boyutu, bugün üzerinde durulan en önemli şiddet sebeplerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Şiddetin öğrenilmiş bir davranıştır ve en önemli öğrenme kaynağını da şiddet uygulayan kişinin kendi ailesidir. Pek çok kültür, kocaya eşine şiddet uygulama hakkı tanımaktadır. Sosyalleşme sürecinde, kocanın şiddet uygulama hakkının olduğunu öğrenerek büyümesi, kadının da erkeğin şiddet uygulamasının normal bir davranış olduğu düşüncesini öğrenerek büyümesi, sosyal hayatta aile içi şiddetin olağan olarak algılanmasına zemin hazırlamaktadır. Şiddetin mazur görülmesinin altında, toplumun cinsel normları bulunmaktadır. Erkekler, evin geçimini tek başlarına sağladıkları sürece, evde tek başlarına hüküm sürme hakkını kendilerinde bulmaya devam edeceklerdir. Geleneksel kültürün dayağı terbiye aracı olarak kabul etmesi, erkeğe, karısının rolüne uygun davranmadığında şiddet ile karşılık verme hakkı tanımaktadır. “Erkeğin, yasalardan ve toplumun ataerkil geleneklerden kaynaklanan kadına göre üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesinin ve erkeğin aile içi kararlarda kadından daha fazla söz sahibi olmasının olağan görülmesi de şiddeti besleyen diğer unsurlardandır.
Bu da şiddetin meşrulaşmasını ve devam etmesini sağlamaktadır. Geleneksel kültür erkeğe, kadının davranışı üzerinde önemli bir kontrol hakkı vermekte (Tezcan, 1996:106), bu da erkeği en ufak bir olayda şiddete yöneltmektedir. Erkek, eşinin sosyal hayatını düzenleme hakkını kendisinde bulmaktadır. Eşi, bu düzenlemeye uymadığında veya itiraz ettiğinde de kendisinde şiddet uygulama hakkını bulabilmektedir. Kadına yönelik şiddetin en önemli sebeplerinden bir diğeri de ekonomik kökenlidir. Ailelerin gelir seviyeleri düştükçe, sosyo-ekonomik sebepler daha fazla yaşanmaktadır. Ekonomik sıkıntı durumlarında erkekler, evin geçiminden kendilerini sorumlu hissettikleri için çok daha büyük travmalar yaşamakta, evin geçimini olması gerektiği şekilde gerçekleştiremediklerini düşündüklerinde de kendilerini yetersiz hissetmektedirler. Böyle bir durumda tüketici konumunda gördükleri kadına, şiddet uygulayarak kendilerini rahatlatmış, kadın üzerinde hakimiyetlerini ekonomik olmasa da fiziksel olarak devam ettirmiş kabul etmektedirler. Hayata dair beklentilerin karşılanamamasından kaynaklanan gerilimin, şiddeti körüklediği kabul edilmektedir. Ancak bu durum, ekonomik sıkıntıların olmaması durumunda şiddetin olmadığı veya olmayacağı şeklinde yorumlanmamalıdır.
Erkekler genellikle kadınlara göre daha fazla çalışma hayatının içindeler ve bu sebep ile de ekonomik bağımsızlıkları çok daha fazladır. Bu da kadını hayatla mücadelede daha zayıf ve erkeğe bağımlı hale getirmektedir. Kadının ekonomik bağımlılığı, erkeğe kadın üzerinde yaptırım gücü vermektedir. Geleneksel erkek, evin ihtiyaçlarını karşılamak ister. Aksi halde kendisini eksik ve görevini yerine getirebilecek gücü olmayan, aciz bir insan olarak hisseder. Böyle bir durumda fiziksel gücünü kullanarak otoritesini sürdürmek ister. Tüm bunlar da aile içi şiddetin devamlılığını sağlar.
Aile içi şiddetin önemli sebeplerinden bir diğeri de cinsel kaynaklı şiddettir. Eşler arasında cinsel uyumun sağlanamaması veya eşlerden birisinin cinsel kaynaklı rahatsızlıklarının olması durumunda aile içi şiddet yaşanmaktadır. Aile içinde yaşanılan şiddette cinsel kaynaklı sebeplerin rolü, çok fazla bilinmemesine rağmen oldukça büyüktür. Geleneksel toplumlarda konuşulması çok hoş karşılanmayan cinsel problemler, aslında bir ailenin devamlılığı ve sağlıklılığında son derece önemli bir fonksiyon yerine getirmektedir. Özellikle erkeğin cinsel problem yaşaması durumunda, kendi varlığını ve otoritesini sürdürebilmek için şiddet uygulamayı tercih etmesi çok sık görülen eylemlerdendir.
KAYNAK: Doç. Dr. Dolunay Şenol Doç. Dr. Sıtkı Yıldız. KADINA YÖNELİK ŞİDDET ALGISI -Kadın ve Erkek Bakış Açılarıyla. ANKARA-2013. Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları. S. 7-8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder