Kapitalist Toplum Düzeninde Kadın

Anaerkil düzen değiştikten sonra kadınlar toplumsal konumlarında büyük bir gerileme yaşamış ve bir daha da eski statülerine sahip olamamışlardı. Kapitalizmin hakimiyeti sonrasında kadın iş gücüne duyulan ihtiyaç kadınların entellektüel açıdan eskisine göre çok daha büyük bir girişime sahip olması ve genel anlamda yaşanan kültürel değişimler sonucu kadınlar daha çok sosyalleşmeye başladı. Kadınların çalışma, dernek kurma, mülk sahibi olma, ticari hakları iade edildi ve yasal güvence altına alındı. Bürokrasi içinde çok önemli olmasa dahi belli memuriyetlere sahip oldular.

Bu kullanımlarda elbette öncelikle sistemin ihtiyaçları belirleyiciydi. Kadınların mücadelesi henüz yeterince güçlü değildi. Bu nedenle siyasal kazanımlar asıl olarak büyük devrimlerin yaşandığı 20. yüzyılda elde edilebildi. Görünürde toplumsal bir gelişmeye tekabül eden kapitalizm, özde ezilen halkları en üst boyutla sömüren vahşi bir sistemdi. Her türlü araç ve olanak kullanılarak bu sömürü pekiştiriliyor, kadınların sömürüsü de aynı oran da büyüyordu.

Kadınların yaşadığı sorunların temelinde kadın erkek cinsiyetçi ayrımı değil, egemen sistemin yattığı bu dönemde çok daha net görülür.Nitekim sistemler değişiyor ama kadının konumunda öz olarak bir değişiklik yaşanmıyordu. Üstelik kapitalist devrimler sonrası kadının üzerindeki emek sömürüsü de iyice belirginleşmişti.

Tüm Avrupa ülkelerini etkileyen Fransız devrimine kadınlar da kitlesel olarak katılmıştı. Hatta ayaklanmayı dahi onlar başlatmıştı zaten (!) Ancak ilerleyen günlerde devrim onların beklentilerini karşılamaktan uzak kaldı. Bir çok hakları kısıtlandı Kadınların örgütlenmelerine yönelik özel yasaklamalar getirildi. Entellektüel kadın önderler eşitlik taleplerini haykırdıkları için idam edildi. 1804’de medeni kanun ile de kadınların aile içindeki geri konumu pekiştirildi.

"Makine, kas gücünü vazgeçilmez bir öge olmaktan çıkardığı ölçüde, kasları zayıf, vücut gelişmesi eksik, ama eklem ve organları kıvrak işçileri çalıştıran bir araç halini alır. Bu nedenle de kadın ve çocuk emeği, makine kullanan kapitalist için aranan ilk şey olmuştur." " (Marks-Kadın ve aile- syf:64)

"El emeği ne denli az beceri ve güç harcamak gerektirirse, bir başka
deyişle, Modern sanayi ne denli gelişirse, erkek emeğinin yerini o denli kadın emeği alır. Yaş ve cins farklılıklarının işçi sınıfı için artık herhangi bir ayırıcı toplumsal geçerliliği yoktur. Bunların hepsi de bedelleri yaşa ve cinse bağlı olarak değişen iş aletleridirler." " (Marks-Engel-Kadın ve Ailesyf: 17-18)

Kadınlar bir çok zaman kendilerinin kurtuluşu olarak görüp sarıldıkları şey tarafından kuşatılıp sınırlandırıldılar. Din böyle bir olguydu. Eğitim de her ne kadar kadınların bir çok açıdan gelişmesini sağladıysa da, egemenlerin elinde kadınları istedikleri gibi programlamanın bir aracı haline geldi. Kadınların iş yaşamına dahil olması da her ne kadar toplumsal anlamda bir ilerlemeyi temsil etsede onları sömüren, ezen, fabrikalarda fiziksel açıdan tüketen bir olguydu.

Öte yandan kadınların ve çocukların çalışma hayatında daha aktif olarak kullanılması, erkek işçinin de yaşamını güçleştiriyordu. Sanayi atılımları sırasında böyle bir sorun olmasa da daha sonraları üretime katılan iş gücü mevcut istihdam olanaklarını aştığında sermayenin tercihi tabi ki ucuz işgücü oluyordu. İşsizlerin sayısı arttıkça değerleri düşüyordu. Bir zaman sonra durum öyle bir hal aldı ki, işçi ailesinin tümü çalıştığı halde yine de refah için de yaşamaları mümkün olmuyordu. Toplumsal konum açısından eğitimli olan kadın nasıl eğitimsiz olandan daha ilerideyse, çalışan kadın da çalışmayan kadından ilerideydi. İş yaşamının getirdiği sosyalleşme sonucunda bilinci açılıyor ve evdeki konumu da -gelir getirdiği için- yükseliyordu. Burada tekrar belirtmek gerekirse, tarih boyunca egemen sınıfın kadrolarının diğerleri gibi yaşamsal sorunları olmamıştır. Doğrudur, onlar da erkekleri tarafından aşağılanıp eziliyordur ve hatta şiddet de görüyorlardır. Ancak bir köle ile soylu kadın kıyaslanamayacağı gibi, serf kadın ile düşes, ya da proleter kadın ile burjuva kadın arasında aynı uçurumlar vardır. Ortak yanlarının olduğu, her ikisininde cinsiyetçi bir ayrıma maruz kaldığı söylenebilir fakat toplumsal yaşamı belirleyen olgu esas olarak sınıf ayrımları üzerinde şekillenmektedir.

"Burjuvazinin ev ve fabrika arasına sıkıştırmak ve özgürlüklerini gasp etmek istemesine karşı, verdiği mücadele ile geri adım atmayan kadın, hep ileri yürüdü. Oy hakkını, soyadını kullanma ve benzeri haklarını aldı. Hatta yasalar önünde eşitliği kabul edilir oldu. Ama yasal eşitlik fiili eşitlik demek değildi. Çünkü; kapitalizm kadın ve erkeğin fiili eşitliği koşullarını yaratamazdı, sistemin özü eşitsizlik üzerine kurulmuştu" (Haklıyız Kazanacağız- syf:625)

Kadınların erkeğe kıyasla hep daha çok ezilen ve sömürülen konumda kalması tamamen sistemin niteliğiyle ilgilidir. Sömürüye dayalı toplum yapılarının tümünde kadınlar egemenler tarafından ezilmelerinin yanında erkekler tarafından da ezilir sömürülür hale geldi. Bu nedenle sistemin özünde yatan çelişkiler çözülmek zorundadır. Kapitalist sistem parçalanıp özel mülkiyet ortadan kaldırılmadan, ve bununda ötesinde, çürümüş-yozlaşmış kapitalist kültürün yerine sosyalist yeni insan kültürü konulmadan kadının toplum içerisindeki hak ettiği yeri alması mümkün değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder