Köleci Toplum Düzeninde Kadın

İlkel toplum döneminde av alanları ve otlaklar konusunda yaşanan anlaşmazlıklar sonucu savaşlar çıktığında ele geçirilen tutsaklar satılır yada öldürülürdü. Çünkü kabileye bir kişinin katılması, onun da sofraya konulan yemekten pay alması demekti. 

Üretim yoğunlaştıkça savaş tutsaklarının iş gücüne de ihtiyaç duyulmaya başlandı. Oysa daha önceler (eğer öldürülmediyse) topluluğa eşit haklara sahip bir üye olarak katılabiliyordu. Köle emeği ilk başlarda hem çok karlı değildi, hem de topluluğun ortak malıydı köleler. İnsan emeğinin ortaya çıkardığı ürün yoğunlaştıkça hem özel mülkiyet kavramı ortaya çıktı hem de topluluğun ortak malı sayılan köleler kişilere ait olmaya başladı. 

Bu gelişim seyri, köleci devletleri ortaya çıkardı. Bu devletler aşiret reisleri, rahipler, büyücüler gibi toplumsal statü sahibi olmakla birlikte aynı zamanda büyük servetlere de sahip olan kişiler tarafından yönetiliyordu artık. Servetlerini korumak için ordular kuruyor ve daha da büyük çıkarlar elde edebilmek için savaşlar yapıyorlardı. 

Toplum artık eskisi gibi sınıfsız değildi. Şimdi üretimin büyük bölümünün sağlayan köleler, köle olmayan ama büyük servetlere sahip olamayan çiftçiler-zanaatçılar, bir de her şeyin hakimi olan "Efendiler" biçiminde üçe ayrılmıştı toplum. 

Kadınların toplum içindeki yerini sağlıklı değerlendirebilmek için bu aşamadan sonra sınıfsal bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Çünkü "Efendi Kadın" ile "Köle Kadın"ın sorunları da toplumsal statüleri de farklılaşmıştır. 

"Efendi Kadın" erkeği karşısında aşağı konumda olsa da yaşam şartları açısından herhangi bir zorluk çekmiyordu. Daha çok ev işiyle, hizmetçi kölelerin yönetilmesiyle ilgileniyor, gününü sağa sola buyruk vermekle geçiriyordu. Toplumsal üretimin herhangi bir aşamasında yer almıyordu. Kocası karşısında hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi. Hukuk kurallarının belli bir düzeyde gelişmesi sonrasında asıl olarak kız çocuk sahibi olan efendilerin istekleri doğrultusunda kimi haklara sahip olabildiler. 

Köle kadın ise hiçbir hakka sahip değildi. Yaşam hakkı da dahil olmak üzere tamamen "efendiye" aitti. 

Deyim yerindeyse "sıfır noktası"ndaydı. Köle erkeklerin durumu da bundan farklı değildi elbette. Bu yüzden kölelerin kadın-erkek ilişkilerinde asgari bir denge söz konusuydu. Böyle bir eşitlik-denklik çok anlam ifade etmiyordu ama tüm hakları efendilere bağlıydı. Efendi izin verirse evlenebilirler, efendi istemezse evlenemezlerdi. 





Toplumun özgür üyelerinde ise yaşam şartlarının getirdiği zorunluluklar eşleri birbirlerine daha bağımlı kılıyordu. Erkek kadının bakımına, kadın ise erkeğin çalışmasına muhtaçtı. "Geçimi sağlayan" erkek olduğu için, (daha doğrusu öyle göründüğü için!) kadının konumu yine geri plandaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder